Son yıllarda Türkiye’de artan kadın cinayetleri ve şiddet vakaları gündemi sarsmaya devam ediyor. Şiddet, sadece fiziksel bir saldırı değil, aynı zamanda psikolojik ve duygusal bir yıkım da yaratmaktadır. Bu bağlamda, birlikte yaşadığı kadına dehşet kullanan bir erkeğin hikayesi, bir kez daha toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gün yüzüne çıkardı. Olay, yerel bir mahallenin sakinleri tarafından şokla karşılandı ve kadına karşı işlenen bu tür suçların ne denli yaygın olduğunu tekrar gözler önüne serdi.
Olay, geçtiğimiz hafta sonu bir apartmanda meydana geldi. İddiaya göre, 30’lu yaşlarda bir erkek, uzun süredir birlikte yaşadığı kadına karşı şiddet uygulamaya başladı. Önceleri küçük tartışmalarla başlayan bu sorunlar, zamanla fiziksel saldırılara dönüştü. Tanıkların ifadelerine göre, erkek sık sık kadını tehdit ederek onu psikolojik olarak da mağdur ediyordu. Son olayda, kadının komşuları, duydukları yüksek sesler ve çığlıklar üzerine durumu polise bildirerek yardım çağrısında bulundu. Olay yerine gelen güvenlik güçleri, kadını kurtarmayı başardı ancak erkeğin kaçması, olayın daha da dramatik boyutlara ulaşmasına neden oldu.
Kadın, hastaneye kaldırıldığında durumunun ağır olduğu belirtildi. Hem fiziksel hem de ruhsal travma yaşayan mağdur, yaşadığı dehşeti ve korkuyu aktardı. Apartman sakinleri, kadının daha önce de sözlü ve fiziksel şiddete maruz kaldığını dile getirirken, bu tür vakaların sıkça yaşandığını ifade ettiler. Komşulardan biri, "Bu kadar şiddet içeren bir olayın komşumuzda yaşanması bizi derinden etkiledi. Kimse böyle bir şey yaşamamalı," şeklinde konuştu. Olay, sosyal medya ve haberlere konu olurken, bir kez daha kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması için toplumsal bir seferberlik çağrısını gündeme getiriyor.
Bu tür olaylar, aslında toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir yansımasıdır. Kadınların, birey olarak düşünülmediği ve yalnızca birer nesne gibi görüldüğü bir toplumsal yapı, maalesef tüm dünyada hala geçerliliğini koruyor. Kadına yönelik şiddet, bir insanlık suçu olarak sayılmalı ve köklü bir mücadele gerektirmektedir. Hukuksal doğrudan müdahale ve sosyal hizmetlerin el birliğiyle devreye girmesi, bu tür olayların önlenmesine katkıda bulunacaktır. Kadınların şiddete uğraması durumunda başvurabileceği güvenli bir ortam, hayati önem taşımaktadır.
Devletin ve sivil toplum kuruluşlarının, kadına yönelik şiddeti önlemek için daha aktif bir rol alması ve bu doğrultuda eğitim programları düzenlemesi gerekmektedir. Farkındalık yaratacak kampanyalar, toplumun her kesimine ulaştırılmalı ve bu konuda bilinçlenmenin sağlanması için çeşitli seminerler ve atölyeler düzenlenmelidir. Ayrıca, kadınların ekonomik bağımsızlıklarını kazanmaları da, şiddetle mücadelede önemli bir unsur olarak öne çıkmaktadır. Kadınların başarılarını ve mücadelelerini hikayeleri ile paylaşması, diğer kadınlara da cesaret verecektir.
Söz konusu olay, ne yazık ki yalnızca bir örnek. Ülkemizde her gün farklı şehirlerde, farklı kadınlar benzer ya da daha kötü şartlarla mücadele etmektedir. "Kadın cinayetleri" ve "kadına şiddet" terimleri, sadece haber bültenlerinde anlık gündem oluşturmakla kalmayıp, uzun soluklu ve çok yönlü bir sorunun parçasıdır. Bu tür olayların önüne geçmek adına toplumsal bir farkındalık yaratmak, herkesin sorumluluğudur.
Unutulmamalıdır ki, şiddet asla çözüm değildir. Sorunlar ancak diyalog ve sevgi yoluyla aşılabilir. Birlikte yaşadığı kadına dehşeti yaşatan bir erkeğin hikayesi, bizlere bir kez daha hatırlatıyor: Kadına uygulanan her türlü şiddet ve ayrımcılığa karşı durmak, sadece kadınların değil, tüm toplumun görevidir.