Günümüzde sosyal medya ve dijital iletişim, kişilerin varlıklarını kanıtlamada önemli bir rol oynuyor. Ancak bazı durumlar, ölülerin bile geri dönmesi gereken bir sahne haline gelebiliyor. Son günlerde, dünya genelinde 6 bin kişinin, öldükleri halde resmi kayıtlarda canlı olarak görünmeye çalışması dikkat çekici bir fenomen haline geldi. Bu durum, hem yasal hem de etik boyutlarıyla geniş bir tartışmayı da beraberinde getiriyor. Peki, bu insanlar neden böyle bir durumda kalmış durumda? İşte tüm detaylar...
Bazı insanlar, yakınlarından veya resmi makamlardan gelen haberler nedeniyle öldüklerini öğreniyorlar. Ancak bazıları, hayatlarının en zor dönemlerinden biriyle karşılaşıyorlar. Örneğin, aile bireylerinin yanlış bilgi vermesi veya kayıtların güncellenmemesi gibi sebepler, bu bireylerin yaşam mücadelesini zorlaştırıyor. Herkesin aklını kurcalayan bu tuhaf durum, birçok kişiyi mahkemeye, bürokrasinin karmaşık süreçlerine ve bürokratlarla yüz yüze gelmeye zorluyor. Üstelik sadece bu kişilerin yaşam mücadelesinden değil; aynı zamanda haklarını elde etmek için verdikleri mücadeleden de söz etmekte fayda var.
Yaşadıklarını ispatlamak için çırpınan bu 6 bin kişi, resmi belgeler, tanıklar ve şahsi deliller toplamak zorunda kalıyor. Düşünün ki, bir kişinin ölümü resmi kayıtlara geçtiğinde, o kişi hayatının sona erdiğini kanıtlamak zorunda kalıyor. Bazıları, sosyal medya üzerinden kendilerini tanıtmak adına günlüğünü paylaşarak, yaşadıklarını göstermeye çalışıyor. Diğerleri ise, devlet dairelerinden alınan aylarca süren süreçlerle muhatap oluyor. Aynı zamanda, kimliklerini ve kişisel bilgilerini kaybetme korkusu, yaşadıkları stresi daha da artırıyor.
Öldüğünü öğrendikleri an itibariyle, sağlıklı yaşamlarını sürdüren bu insanların, yasal süreçleri takip etmekteki zorlukları ise başka bir drama yol açıyor. Birçok kişi, ölü olarak kaydedildikleri için sağlık hizmetlerinden mahrum kalıyor. Hastanelerde tedavi olmak istediklerinde, kimlik belgelerinde ‘ölü’ ibaresi olduğu için birçok kapı kendilerine kapanıyor. Bu noktada, hukuki destek almak, bir çözüm yolu olarak ön plana çıkıyor. Ancak avukat ücreti ve mahkeme masrafları, çoğu zaman bu insanların finansal durumunu daha da kötüleştiriyor.
Ayrıca, bazı ülkelerde, öldüğü bildirilen kişilerin varlıklarının devralınmasıyla ilgili yasalar, hayatta kalanların yükünü artırıyor. Aile yakınları, yanlış bilgilerle yüklendikleri mirası geri almak için de mahkeme yoluna gidebiliyor. Hayatta kalanların yaşadığı türden problemlerin hukuki boyutu, bir hukuk savaşına dönüşüyor. Öyle ki, birçok kişi bu süreçten yalnızca maddi kayıplarla değil; aynı zamanda ruhsal ve duygusal travmalarla çıkıyor. Kişisel olarak sevdiklerini kaybetmiş gibi hissediyorlar.
Sonuç olarak, öldüklerini bir mektup yoluyla öğrendikten sonra yaşama tutunan bu 6 bin kişi, sadece yaşamlarını değil; aynı zamanda kimliklerini de ispatlamak için savaşıyor. Bu trajik durum, hem bireylerin yaşam haklarını hem de toplumun bütünlüğünü sorgulatıyor. Kimi zaman, yanlıştır bir kayıttakinin ölü bildirilmesi, kimi zaman ise bir anlık hata yüzünden yaşanan felaketler, bu insanların yaşamlarını kabusa çevirip, onların savaşını sürdürmelerine neden oluyor. Sorunlarına ışık tutmak, yalnızca kendi mücadelelerinin ötesine geçiyor; aynı zamanda global bir sorunu gündeme getiriyor.
Bu olaylar, dijital çağda bile, hangi yanlış anlaşılmaların kifayetsiz kalabileceğini ve bireyin yaşam mücadelesinin her daim devam ettiğini gösteriyor. Gelecekte benzer durumların yaşanmaması için kapsamlı bir reform ve sistematik bir düzenlemeye ihtiyacı olduğu barizdir. G.A.P kapsamında, hayat mücadelesi veren bu insanların nasıl bir çözüm bulabileceği soruları, her zaman zihinlerde kalacak gibi görünmektedir.