Kadınların yaşam hakkı, insanlığın temel sorunlarından biri olarak her geçen gün daha fazla gündeme gelmektedir. Türkiye’de, son yıllarda artan kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet olayları, toplumda büyük bir infiale yol açtı. Gerek sosyal medya platformlarında gerekse sokaklarda yapılan protestolar, bu sorunla ilgili farkındalığı artırmakta büyük rol oynamaktadır. İşte bu noktada, Sena'nın hikayesi, kaybettiğimiz hayatların yalnızca birer istatistikten ibaret olmadığını, her birinin ardında bir hayal, bir yaşam ve bir mücadele olduğunu gözler önüne seriyor.
Sena, yaptığı açıklamalarla kadın cinayetlerine karşı duruşunu net bir şekilde ortaya koydu. "Ben bir kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum, ben Sena'yım!" diyerek sesini yükseltti. Her bir kadın isminin cinayetle anılmasının, hem topluma hem de geride bıraktıkları aile bireylerine olan etkisini vurguladı. Kadınların, yaşamlarının sona erdirilmesinin yarattığı acının yanı sıra, neler yapabilecekleri konusunda da güçlü bir mesaj vermek istiyor. Sena, kadınların sadece ölmemesi gerektiğini, hayatta kalmanın yanı sıra özgürce yaşama hakkına da sahip olduklarını ifade etti.
Sena'nın çağrısı, sadece bir bireyin yaşadığı dram değil, aynı zamanda tüm kadınların ortak mücadelesinin bir yansıması. Kadın cinayetleri, yalnızca kurbanların değil, ailelerinin, arkadaşlarının ve toplumun tamamının üzerinde derin yaralar açmaktadır. Bu durum, sosyal normların sorgulanmasına, toplumsal cinsiyet eşitliği konusundaki farkındalığın artırılmasına ve eğitim çalışmalarının önemine vurgu yapmaktadır. Sena'nın bu cesur duruşu, umarız birçok kadına ilham verir ve farkındalık yaratarak, toplumsal değişimi birlikte başlatmamıza olanak tanır.
Sena'nın sesi, sadece bireysel bir çığlık değil; aynı zamanda bir toplumsal harekete dönüşebilir. Bunu gerçekleştirmek için ihtiyacımız olan şey, her birimizin duyarlı olması, etrafımızda olup bitenlere karşı kayıtsız kalmamamız. Kadın cinayetleri karşısında sessiz kalmak, yalnızca cinayete kurban gitmiş kadınların anısına bir saygısızlık değil, aynı zamanda bugünün kadınlarını da korumak için atabileceğimiz adımlara da ket vurmuş olacağız. Sena'nın mesajı, bu konunun ciddiyetine dikkat çekmekle kalmıyor, aynı zamanda kadınların dayanışma içerisinde olmasının önemini de vurguluyor.
Unutmamalıyız ki; kadın cinayetlerini önlemek, toplumsal bir sorumluluktur. Sena gibi birçok kadın, mevcut duruma karşı seslerini yükseltiyor; fakat bu yalnızca devlete, polislere veya yargıya ait bir sorumluluk değil, aynı zamanda toplumun her bir bireyine düşen bir görevdir. Kadına yönelik şiddete dur demek için, kadınların kendi seslerini bulabileceği platformların yaratılması ve desteklenmesi gerekiyor. Bu mücadelede kimin ne kadar haykırdığı değil, ne kadar duyulduğu önemlidir.
Özellikle teşvik edici ve toplumsal duyarlılığı artırıcı projelerin hayata geçirilmesi, kadınların ve çocukların güvenliğini sağlamak adına atılacak önemli adımların başında gelmektedir. Ve bu adımların atılması; ancak toplumsal olarak tetiklenmiş bir hareketle mümkün olacaktır. Sena'nın çığlığı, belki de başka birçok kadının hikayesine ışık tutabilir. Unutmayalım ki; her bir kadının hayatı değerlidir ve kaybedilmemelidir.
Sonuç olarak, Sena'nın yardım çığlığı, yalnızca kendi hikayesi için bir çağrı değil, aynı zamanda bir toplumun sesidir. Kadın cinayetleriyle mücadelede her birey, bu hareketin bir parçası olabilir. Hep birlikte duyduğumuz bu çağrıyı, bir toplum olarak yanıtlayarak, daha yaşanabilir ve eşit bir dünya yaratabiliriz. Kadınların yaşama haklarının güvence altına alındığı bir ortamda, Sena gibi güçlü kadınların da sesleri daha gür çıkacaktır. Bu nedenle, Sena'nın hikayesini dinleyin ve onun etrafında örülen dayanışma ağını görün; bir kadın cinayetinin daha asla yaşanmaması için hep birlikte mücadele edelim.